Yattığı odanın camından gökyüzünü izliyordu. Hastane duvarlarının insanın içini delen sıkıcılığından bir nebze olsun kurtuluyordu böylelikle. Sık sık hastaneye kaldırıldığından alışıktı bu ortama ve hasta yatağının onu en çok mecbur ettiği şeyi yapıyordu : “Hayat muhasebesi..” Gerçi bir şeyi değiştirmiyordu bu, insanoğlu hiç ölmeyecekmiş gibi yaşadığından, ölüme yaklaşınca hatırlıyordu bu vazifesini. Geçmişi gözden geçirmek yorucuydu aslında yorucu olan gözden geçirmek değil; olabilecekken olmayanlar, derin pişmanlıklar, en nihayetinde heba olmuş bir yaşam düşüncesiydi.. Doğu'nun sert coğrafyasında sert kuralları olan bir köyünde gelmişti dünyaya.. Acı ve gözyaşı hakimdi bu diyarlarda dolayısıyla insanı da sertti. Babasına da işlemişti bu sertlik. Öfkeli bir adamdı. Bu öfkesinin ceremesini annesiyle beraber kendileri de çekmiş, hiç şahit olmaması gereken şeylere şahit olmuşlardı. Yine de babasını seviyordu. Doğduğu topraklarda baba figürü son derece önemliydi ve o figürü kız...