Yattığı odanın camından gökyüzünü izliyordu. Hastane duvarlarının insanın içini delen sıkıcılığından bir nebze olsun kurtuluyordu böylelikle. Sık sık hastaneye kaldırıldığından alışıktı bu ortama ve hasta yatağının onu en çok mecbur ettiği şeyi yapıyordu : “Hayat muhasebesi..” Gerçi bir şeyi değiştirmiyordu bu, insanoğlu hiç ölmeyecekmiş gibi yaşadığından, ölüme yaklaşınca hatırlıyordu bu vazifesini.
Geçmişi gözden geçirmek yorucuydu aslında yorucu olan gözden geçirmek değil; olabilecekken olmayanlar, derin pişmanlıklar, en nihayetinde heba olmuş bir yaşam düşüncesiydi..
Doğu'nun sert coğrafyasında sert kuralları olan bir köyünde gelmişti dünyaya.. Acı ve gözyaşı hakimdi bu diyarlarda dolayısıyla insanı da sertti. Babasına da işlemişti bu sertlik. Öfkeli bir adamdı. Bu öfkesinin ceremesini annesiyle beraber kendileri de çekmiş, hiç şahit olmaması gereken şeylere şahit olmuşlardı. Yine de babasını seviyordu. Doğduğu topraklarda baba figürü son derece önemliydi ve o figürü kızmak küsmek gibi bir lüksleri yoktu.. Zorlu hayat şartları babasını şehir dışında çalışmaya itmiş; bunu öğrendiğinde annesi öfkeye maruz kalmayacağı için sevinmiş ancak kendisi için üzülmüştü çünkü her çocuk için iyi ya da kötü baba sığınılacak bir limandı ve o hayat denizinde yalnız kalacaktı. Kardeşleriyle beraber zor günler getiriyorlardı. Annesi tek başına yedi çocuğa yetmeye çalışıyor, yokluk bellerini büküyor, babalarının yokluğu etraftaki insanların gözünde onları savunmasız kılıyor, eziliyorlardı. Hem yaşadıklarının acısıyla hem de ezilmemek için mücadele etmek zorunda kalıyorlardı ancak alışıyorlardı insanoğlu her şeye alışırdı çünkü..
Yaşı ilerledikçe evin en büyük erkek çocuğu olarak kendisine vazifeler düşüyor, herkes kendisinden bir şeyler bekliyordu ama o, bu beklentileri gamsızlıkla reddediyordu. Çocukken haylazlıklarla reddettiği durumları şimdi umursamazlıkla yapıyordu. Bu tavırları evdekilerin kendisine karşı saygısını azaltıyor ancak o bunu da umursamıyordu.. Babasının yerini alacak gücü ve cesareti kendisinde bulamıyordu, annesinin yaşadığı durumları yaşamak istemiyordu. Çözümü kendince kaçmakta buluyordu.. Belki de yaptığı kaçmak değil; geçirdiği acı çocukluk, baba özlemi, yokluk enkazından çıkamamışken yeni bir yük alacak dermanı kendisinde bulamayıştı..
Aradan zaman geçmiş, babası yaşı ilerlediğinden memlekete geri dönmüş ancak bu geri dönüş onun için bir şey ifade etmemişti çünkü baba yokluğuna; hayat denizinde bir limana ihtiyaç duymadan kaybolmaya alışmıştı. Askerden döndüğünde annesinin kendisi için uygun gördüğü biriyle nişanlanmıştı. İyi bir eş olacağı konusunda endişeleri olsa da ailesine karşı sergilediği umursamazlık hayatının her alanına işlemişti. Kötüyse de zamanla düzelir birbirlerine alışırlardı. Hem ne kadar kötü olacaktı ki zaten..
Evliliğinin ilk günlerinde eşiyle ilgili endişelerinde ne kadar haklı olduğunu görmüştü.. Kendisini güzellik konusunda kendisinde aşağı görüyor, aileler uygun görmese, seçme şansı olsa asla kendisini tercih etmeyeceğini söylüyor, sürekli her şeyden şikayet ediyordu. Daha çok genç ve toy oluşuna bağlıyordu bu davranışlarını, içindeki umutsuzluğu bu düşüncelerle örtbas edip sabretmeye çalışıyordu. Zaten başka seçeneği de yoktu zira adetlerinde boşanma diye bir kavram yoktu..
Soğukluğu insanına da işlemiş bu coğrafyada, çok çocuklu bir ailede doğmuş olmanın getirdiği sevgi ve ilgi eksikliğini eşiyle tamamlayacağını ümit etmiş ama zaman geçtikçe eşi, kor halindeki ümidinin üzerine nefret toprağını döküp tamamen söndürmüştü..
Nitekim yıllar yılları kovalamış, çocukları olmuş büyük şehre göç etmişlerdi. Her şey değişmiş ancak eşinin tavırlarında bir şey değişmediği gibi daha da kötüleşmişti. Ne kendisiyle ne de çocuklarıyla ilgilenmiyor, ailesiyle arasını bozmaya çalışıyor; yalanlar, iftiralar hava da uçuşuyor, hor görmeler had safhada devam ediyordu. Aynı yastığa baş koyduğu kişinin kendisinden bu kadar uzak olması kahrediyordu onu... Sabrı tükenmişti, bu tükenmişlik karşısında en iyi bildiği şeyi yapıyordu: Kaçmak...
Ancak eskiden yaptığı şekliyle değildi bu kaçış; gamsızlık, umursamazlık değildi.. Kumarla yapıyordu bunu.. Gündüzleri işlettiği kıraathane akşamları kaçış yeri oluyordu. Eşi durumu fark ettiğinde, bu yaptığını tahakküm aracı olarak kullanmış, kendisini cümle aleme rezil etmekle tehdit etmişti. Bu zaten çok az olan söz hakkının elinden tamamen alınması demekti.
Verem teşhisi konulup bir müddet hastanede yattıktan sonra eşinin kendisine olan tavırları değişir, merhamet eder sanmıştı ama heyhat bırakın merhameti hastalığı dahi onurunu zedelemek için kullanılıyordu. Eşinden beklediğini göremeyince gözünü çocuklarına çevirmiş ancak onlarında annelerinden aşağı kalır bir yanı olmadığını görmek içini derin bir kedere bozmuştu. Eşinden kaçma çabası, çocuklarıyla da arasına mesafe koymuştu ama yine de babalarıydı az da olsa merhameti hak ettiğini düşünüyordu. Aile de olsa kimsenin düşene merhamet etmediğini acı bir tecrübeyle öğrenmişti. En ihtiyacı olduğu an da yanında kimseyi görememek ruhunu hırpalamış, daha çok içine kapanmasına neden olmuştu. O da zamanında annesi ve kardeşlerinin yanında olmamıştı. Eşi ve çocukları fark etmeden de olsa intikamlarını alıyordu.
Hastalığından önce kumarda kaybetmiş, borca girmiş borçtan kurtulmak için de tefecilerin ağına düşmüştü. Kardeşine uydurduğu bin bir türlü bahaneyle para istemiş böylelikle tefecilerin elinden kurtulmuş bir daha bu duruma düşmemek için bırakmıştı.
Eşine daha az katlanmak için sabahtan akşama kadar dükkanda oturuyordu. Sigara dumanına maruz kalmak sağlığı açısından iyi değildi bunu biliyordu ama eşine maruz kalmaktansa ölüme sürüklenmeyi tercih ediyordu. Bir beklentisi de yoktu hani.. güzele dair ne varsa çok uzaktı ona, zoraki delirdiği günlere bir yenisinin eklenip eklenmemesi bir şey ifade etmiyordu onun için..
Değer verdiği kim varsa bir bir terk ediyordu onu; eşi yüzünden kardeşleriyle arası bozulmuş, karısı nefretini çocuklarına daha çok asılmış, saygısız, başı boş kişiler olmuşlardı. Baba onların gözünde sadece iki heceydi..
Dükkânda ki sigara dumanından çok, bir kerecik geldiği şu hayatta; ne çocukluğunu, ne gençliğini ne de şu anını yaşayamamış olması ve huzur denilen şeyle hiç tanışmamış olması hasta ediyordu onu
Koah teşhisi konduğunda babası gelmişti aklına, bu hastalıktan kaybetmişti onu, süründürdüğünü çok iyi biliyordu. Onu hastalık değil tekrar o ağır duyguları yaşayacak olması korkutuyordu fakat elinden bir şey gelmiyordu. Çaresizlik, yaşadığı onca duygunun içinde en ağır, kabul edilmesi en zor olanıydı.
Güçten düşüyordu... Muhtaç olmanın, karşı tarafa sonsuz bir özgüven ve her türlü hakkı kendilerinde görme imkanı verdiğini öğrenmişti bu sefer de...
İnsanoğlu, hayatı boyunca öğrenirdi ama o hep olumsuz taraflarını deneyimlemişti. Açıyordu kendisine.. Zamanın çoğu hastanelerde geçiyor, doktor yığınla tavsiyeler veriyor ama gel gelelim bu tavsiyeler havada asılı kalıyordu. Eşi, ne ev temizliğine ne yemeklere hiç dikkat etmiyor, kendisini yalnız bırakıp komşulara gidiyor, yokmuş gibi davranıyordu.
Hastalık bedeninin, yaşadıkları ruhunun nefesini kesiyordu. Kardeşleri kendisiyle ilgilenmek istese de Eşi izin vermiyor, hastaneye kaldırıldığında dahi onlara haber vermiyordu. Bu kadar zulmü hak ediyor muydu? Ne yapmıştı? Kendisini o mu zorlamıştı evlenmesi için? Onun beğeneceği şekilde yaratılmamak onun suçu muydu? Hastalığı o mu tercih etmişti? Neyin öfkesiydi bu? Niye sevmeyi denememişti hiç? Bu sorular hep cevapsız kalacaktı? Düşünmenin de bir anlamı yoktu zaten..
Hastalığı gün geçtikçe daha da ilerliyor, çoğunlukla hastanede yatıyordu. İnsan hastaneye kaldırıldığı için sevinir miydi hiç ? O seviniyordu.. Nefret dolu söylem ve bakışlarla karşılaşmayacağı için seviniyordu..
Oğluydu içeri giren. Soğuk bir tavırla bir şey isteyip istemediğini sordu. El alemin diline düşmemek için gelip gidiyorlardı yanına, farkındaydı.. Oğluna baktı dikkatlice.. Acabalar silsilesi geçiyordu zihninden. Onu için daha fazlasını yapsa sever miydi kendisini? Onu birileri ya kardeşi ya çocuğu olduğu için sevmişti, baz sevgiler mecburiydi, onun yaşadıkları da o cinstendi.. Altmış yıllık yaşamında sevgi dolu bir sözcük duymamıştı hiç.. Tattığı bir duygu değildi. İnsan hiç tutmadığı şeyin nasıl olurda özlemini duyardı?
Babasıyla daha fazla vakit geçirse daha iyi bir baba olur muydu? Sorusuyla devam etti silsile..
Annesine itiraz etseydi iyi bir eşi, Kaçmak yerine, susmak yerine ağırlığını koyup çözüm arasaydı daha düzgün bir yuvası olur muydu? Çabalasaydı kurtulur muydu üzerine yapışan eziklikten? Birinci olduğu ses yarışmasından sonra bu işi yapmasına izin verseydi babası, daha farklı bir hayatı olur muydu? Daha az kaçar mıydı bir şeylerden? Var olmakla yaşamak aynı şey miydi? Değildi.. O sadece var olabilmişti bu dünyada..
Gözlerini tekrar gökyüzüne dikti. Sabırsızlıkla vaktinin dolmasını bekliyordu...
Yorumlar
Yorum Gönder