Ana içeriğe atla

SIĞINAK

 Yüzüne vuran güneş eşliğinde oturuyordu kaldırımda. Buraya göç edeli bir yıl oluyordu. Köydeki arkadaşlarını özlüyordu bazen ama buraya da alışmıştı, köylerinden çokta farklı değildi burası; onlar gibi göç etmiş insanların yaşadığı, yolları toz toprak olan kenar mahalleydi. Annesiyle babası sürekli çalışıyor,  kardeşleriyle tek başına kalıyorlardı. Komşular arada gelip göz kulak oluyor, yemek getiriyorlardı. Komşuların evinden gelen kokular iştahını kabartmıştı iyice. Onlara da getirirlerdi herhalde.. Binalara dikti gözünü; ne şanslıydı komşu çocukları, en azından anneleri ilgileniyordu onlarla, başkalarından bir şey beklemenin eziciliğine maruz kalmıyor, gözleri minnet duygularıyla donanmıyor, var olan ailelerinin varlığını gerçekten hissediyorlardı. Onun da ailesi vardı, varlığı hissedilemeyen bir şeye ne kadar var denilebilirdi? Kızıyordu içten içe, ne diye bu kadar çocuk getirmişlerdi dünyaya, ne diye umursamıyorlardı, kardeşleri olmasaydı sadece kendisi yaşayacaktı bu duyguları, niye daha fazla kişi maruz kalıyordu, üzülüyordu kardeşlerine, umursamadıkları yetmezmiş gibi bir de her gün kavga ediyorlar, bağrışıp çağrışıyorlardı, komşular onların sesinden cama çıkıyordu, utanıyordu bu durumdan, bunlar için kızıyordu. Her gün aynı huzursuzluğu yaşamaktan usanıyor, ufacık bir gerginlikte  hemen sokağa fırlıyordu, sokakları seviyordu kimse umursamıyordu zaten nereye gittiğini.. Gözleri bir kedi yavrusuna ilişti onunda kimsesi yoktu başında, ona da birileri bir şeyler verirse karnını doyurabiliyordu ve muhtemelen kendisi kadar açtı, bir insan da küçük bir kediyle benzer bir hayat yaşayabilirdi demek ki sevmek için doğruldu. Kader ortağının da kendisinden şanslı olduğunu düşünüyordu nihayetinde başı okşanıyordu. 

Elinde tepsiyle komşu kendisine yaklaşıyordu, sevinçle ayağa fırladı, tepsiyi elinden alıp kader ortağına da payını verdikten sonra içeri girdi..


Çarşı da kaldırımda oturmuş, müşterilerin gelmesini bekliyordu, İlk okuldan sonra okulu bırakmış, çalışmaya karar vermişti, ailesinin mecbur ettiği sokaklar, ezile ezile itile kakıla,  hayatın gerçeklerini kavga etmeyi, hakkını yedirmemeyi;  dayak yediğinde, ezildiğinde şikayet edip mızmızlanacağı kimse olmadığı için güçlü durmayı öğretmişti. Onu yok sayanlara inat böyle var olmaya çalışıyordu.. Çarşıya gide gele turistlerle konuşa konuşa dilini geliştirmiş, ufak çaplı rehberlik ediyordu. İşleri bitince arkadaşıyla iki tek atmaya gidiyorlardı, bu merete de arkadaşı alıştırmıştı gün içindeki stresi, yaşadığı sorunları, aile eksikliğinin verdiği boşluğu, zor çocukluğunun zihninde işgal ettiği yerlerden bu meret sayesinde bir nebze de olsun kurtuluyordu, ilk içtiğinde kendisinde bıraktığı etkiyi sevmiş ve bu yeni dostuna hayatında daha fazla yer vermeye başlamıştı, yanlıştı belki ama bu kadarcık keyif onun da hakkıydı, insanoğlu hep bir şeylere sığınmak isterdi o da bu şişelere sığınıyordu, başka seçenekte sunmamışlardı hani, askere gideceği zaman yaklaşmıştı ve tek özleyeceği şey içkiydi.  

Heyecanlıydı, askerden yeni dönmüştü ve geleneklerine göre askerden dönen çocuk hemen evlendirilmeliydi, annesinin kendisine uygun gördüğü kızla görüşecekti. Aileler kendilerinden önce görüşüp anlaşmışlardı, sıra onlardaydı. Evde sakladığı şişesinden yatıştırsın diye iki yudum alıp yola çıktılar. Heyecanla birlikte streste vardı içinden nasıl olacak bitecek diye düşünüyordu. İyi bir eş olacak mıydı? Peki ya baba? Çocukları da kendisi gibi olursa? Hayır olmayacaktı, buna izin vermezdi. Evliliğin getirdiği sorumluluğu taşıyabilecek miydi? Bu düşüncelerle girdi içeri, kız dedikleri kadar güzel ve zarifti, bütün korkuları geçmişti bir anda, görüşme sırasında ilk olarak çalışmasını istemediğini söyledi, aynı şeyleri çocukları yaşasın istemezdi, görüşme bittiğinde ikisi içinde olumluydu durum, bir hafta sonra yüzükleri takılacaktı. İçi içine sığmıyordu. Garipsiyordu içindeki duyguları alışık değildi. Annesi bahsedene kadar da evlenme fikri aklına gelmemişti açıkçası ama iyi olmuştu bu evlilik işi, anne babasının kavga sesiyle uyanmayacaktı, kendi yuvası olacak, aile olma eksikliğini bu kız giderecekti, tamamlanacaktı. Hayal kurduğunu fark etti hayal kurma hakkı tanınmamıştı hiç hayatın en sert yönünü görenlerin hayal kurması lükstü sadece ama artık onun için değildi böyle hissediyordu.. bir insan bir insanın dönüm noktası olabilirdi.. 

Evleneli birkaç yıl olmuştu.. Hayal ettikleri ilk dönemlerde yaşanmış ancak eş ve baba olmanın verdiği sorumluluğun zorluğu daha da belli etmişti kendisini, şimdiye kadar da bir şeyin bir kimsenin sorumluluğunu almamıştı hiç, bocalamış, içkiyle olan bağı kuvvetlenmişti, çocukluk ve gençlik sorunlarından nasıl bu sayede ferahlıyorsa, sorumluluklarından da bu şekilde ferahlıyordu... Hem alkolün hem de eski yaşantısından feragat etmenin acısını eşinden çıkarıyordu. Birinci çocuğunun arkasından hemen ikinci çocuğun olması sorumluluğunu daha da arttırmış öfkesi de sorumluluğu nispetinde artmıştı, bağırış çağırışlar yerini şiddete bırakmıştı. Eften püften sebeplerden dövüyordu kadını.. Ruhu alışmıştı kaosa, o çok özlemini çektiği huzur ruhunda eğreti durmuştu. Kendi ailesine içinden yargıçlık yapmış, kendisi daha beterine dönüşmüştü. Üzülüyordu yaptığına ama engel olamıyor ya da olma gereği duymuyordu. ..

Evliliklerinin 5.yılında eşi şiddete dayanamayıp çocukları bırakıp gitmişti. Bu terk ediliş karşısında deliye dönmüş, ortalığı yıkıp geçmişti. Deliye döndüren bir noktada çocukları bırakmasaydı.. Ne yapacaktı? Çocuklar ne olacaktı? Altından kalkamazdı, varlıklarının verdiği ağırlık bu hale getirmişti her şeyi.  Biraz yatışınca eşiyle arayı toparlamak istemişti. Eşi kesin bir dille bu işin biteceğini söylemişti, ufacık umudu sönmüştü. Seviyordu karısını aslında bir daha kendisini göremeyecek olmak, dokunamayacak olmak canını yakıyordu.. Evet kusurları vardı ama onu sevdiğini biliyordu.. Onu bir çırpı da hayatından nasıl çıkarabilmişti? Onu daha fazla sorumlulukla baş başa bırakmıştı, acısı kızgınlıkla karışıyor, beklediği cevabı alamamanın hırsıyla  intikam almak istiyordu. Madem çocuklarını bırakıp gitmişti o halde onları göremezdi. Çocukları annesinden anneyi çocuklarından koparmıştı... En başa dönüyordu yalnızlık, alkol, sokaklar ve sorumsuzluk... Eve sarhoş geliyor, mahallede bağırıp çağırıyor, çocuklarını dövüyordu.. çocukken kendisine yönelen acıma bakışları kınayıcı bakışlara dönmüştü.. Ailesi ve herkes yokmuş gibi davranıyor, tiksinerek bakıyorlar, saygı duymuyorlardı. Çocuklarına annesi bakıyor, kendisi annesinin işten dönüşünü nasıl bekliyorsa çocukları da babaannelerinin dönüşünü öyle bekliyordu.. Kendisi nasıl sokakta büyüdüyse onlarda öyle büyüyordu.. Uzak tutmaya çalıştığı hayatı kendi elleriyle onlara hazırlamıştı.. 

Çocukları bir babaları olduğundan habersiz büyümüşlerdi, arada sırada anlamsız şeylerden oğlunu dövüp varlığını hatırlatıyordu.. O da kendi yolundan gitmesin diyeydi, eğitmek içindi bu, sevgi namına bir şey görmediğinden sokaklarda öğrendiği sertliği gösteriyordu hep, başka türlüsünü de bilmiyordu. Hayatı iş-meyhane- ev arasında mekik dokuyarak geçiyordu.. Bu hayatta çok kısa süre varlığı hissedilmişti o da eşi tarafındandı onu da kaybedince eski görünmezliğine devam etmişti.. Ne çocukları ne ailesi sanki yokmuşçasına davranıyorlardı, o da var olmaya çalışmıyordu artık.. Çocukları evleneceği zaman geleneklere uymak amacıyla sormuşlardı, karşı tarafa tanıtılırken kızının utana sıkıla kendisini tanıttığını fark etmiş.. terk edilmek sadece bedenen uzaklaşmak değildi, ruhen de terk edilebiliyordu insan onu anlamıştı, ailesi, eşi, çocukları her açıdan terk etmişti onu. çocukluğundan beri yaşadığı görmezden gelinmeye o kadar alışmıştı ki, saygı görmeyi, sevilmeyi garipsemişti belki bundandı herkesi kendinden uzaklaştırması.. 


Hastaneden yeni taburcu olmuştu.. Nefret ediyordu hastaneden. Bağırsak enfeksiyonu geçirmiş hızla kilo vermişti aynaya baktığında tanıyamamıştı kendisini.. Tedavi olmayı reddediyordu. Tedavi demek hayatı boyunca yoldaşı olanları terk etmek demekti, hem sağlığına kavuşup ne yapacaktı onu buraya bağlayan bir şey yoktu.. Çalışamıyordu artık annesi ve babasından geçiniyor, alkol ve sigara parasını onlardan istiyordu, güç bela gidip güç bela geliyordu.. Ailesi para vermek istemeyince kavga çıkarıyor küfürler yağdırıyordu.. yine en çok karşılaştığı acıma ve kınamalara maruz kalıyordu, bıkmışlardı ondan böyle bir babaları, evlatları, abileri olduğu için çok utanıyorlardı. Sadece yargılıyorlar niye bu hale geldiğinin ardına düşmüyorlardı. Sabırsızlıkla ölmesini bekliyorlardı biliyordu. Kendisinden başka kimseye zararı yoktu.. Hayatının son demlerini hayatı boyunca ona eşlik etmişlerle geçirmek istemesinin neyi kötüydü..

Gecenin ıssızlığında yığılıp kaldığı buz kesmiş kaldırımda can vermek üzereyken bir şerit gibi geçmişti bunlar gözünün önünden.. hayatı sokakta başlamış sokakta son buluyordu. Ölüyordu.. Hep yanında olan yalnızlığı vardı yanında insanca yaşayamamış, var olmayı becerememişti.. insanca ölmek isterdi en azından ancak hayat layık görmemişti bunu ona.. Yaşadığını fark etmemişlerdi bu hayattan ayrılışını da fark etmiyorlardı.. Çocukken kendisine benzettiği kedi yavrusu geldi aklına muhtemelen o da böyle ölmüştü, bir sokak kenarında ve yalnız..  Hayatı boyunca peşini bırakmayan acıma bakışları ölüsüne de atılacaktı... Sabah insanlar başına toplanacak zavallı diyeceklerdi.. Tanıdıkları arkasından kendi yaptı ne yaptıysa diyecekler, alkolik olduğu için ahiretinden endişeleneceklerdi. Acıma ve kınama öldükten sonra bile rahat bırakmayacaktı onu... O bile acıyordu kendisine şimdi.. Bozuk para gibi harcadığı kendi hayatıydı.. Mücadele etmediği, umursamadığı kendi hayatıydı...En çok üzüldüğü de koca hayatta kimsenin gönlünde yeri olmayışı, bu hayattan gidişine gerçekten üzülecek kimsenin olmayışıydı. bir keşke çıktı ağzından.. Kendisine verilen hiçbir rolü layığıyla yapamamanın, yaşarken yapılmamış sorgulamaların umutsuz keşkelerin kucağında, yalnızlığına sarılıp gözlerini yumdu.. 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YARGI

 Karanlığın kucağında sessizce oturuyordu. Yaşamı da tıpkı bu oda gibiydi; soğuk ve karanlık. Uzun süredir sebebini bilmediği bir öfke,  urgan gibi boynuna dolanmış boğuyordu ruhunu.. Öfkesinin neye olduğunu bilmeyişi cesaretsizliğiyle birleştiğinden hıncını kimseden alamıyor, yaşamın karanlığı zihnine de işlediğinden  bir çözüm yolu göremiyordu.. Tek isteği boynundaki urgandan kurtulmaktı ancak hayata karşı toyluğu ne yapacağını bilememesine sebep oluyor, çaresizliğin sert duvarlarına çarpıp duruyordu.. Yorulmuştu, tükenmiş hissediyordu.. İlk önceleri ufak ve dikkate değersiz bulduğu duyguları bir çığa dönüşmüş altında soluksuz kalmıştı.. Her günü nefret ve öfkenin sularına kapılmakla geçiyor bu yüzden uyanmak bile yoruyordu onu...  Sele kapılan biri nasıl ki çaresizlik içinde incecik bir dala tutunuyorsa; zihni de aynı şekilde çırpınıyor, suçlayarak bir nebze olsun kurtulma çabasına giriyordu.. Sürekli şikayet etmelerinden etrafındaki insanlarla beraber kendisini d...

VAZGEÇİŞ

  Bazı hayatlar, “vazgeçmenin” üzerine kuruludur. Onunda öyleydi. Seçtikleriyle değil, vazgeçtikleriyle sürdürmüştü yaşamını. Vazgeçtiği; mücadelesiydi, aşkıydı, kendisiydi… Çabalayacak cesareti olmayışı mıydı yoksa çocukluğundan beri yavaş yavaş elinden alınan yaşama sevincinin sonucu muydu bu hali? Bilmiyordu. Biraz dirense farklı olur muydu her şey? Niye çabalamamıştı sahi… Aşık olduğu kızla evlenmek için ısrarcı olmamıştı annesine, babasının eziyetlerine direnmemişti, gerçi nasıl direnecekti ki, daha küçücükken içine atılan korku tohumları izin vermezdi. Verseydi de yapamazdı, baba karşı gelinecek biri değildi onlar için. Gereken tepkileri zamanında verseydi eşine, ailesine; ruhundaki bu derin kabulleniş olmasaydı mesela… Nasıl olurdu yaşamı? Bunun cevabını hiç bilemeyecekti ama bunları düşünmekten de kendini alamayacaktı hiçbir zaman. Ne kadar düşünürse düşünsün hayatının en büyük hatalarından biri olan eşi ve gitgide eşine benzeyen üç kızıyla bu küf kokulu aile apartmanında...