Karanlığın kucağında sessizce oturuyordu. Yaşamı da tıpkı bu oda gibiydi; soğuk ve karanlık. Uzun süredir sebebini bilmediği bir öfke, urgan gibi boynuna dolanmış boğuyordu ruhunu.. Öfkesinin neye olduğunu bilmeyişi cesaretsizliğiyle birleştiğinden hıncını kimseden alamıyor, yaşamın karanlığı zihnine de işlediğinden bir çözüm yolu göremiyordu.. Tek isteği boynundaki urgandan kurtulmaktı ancak hayata karşı toyluğu ne yapacağını bilememesine sebep oluyor, çaresizliğin sert duvarlarına çarpıp duruyordu.. Yorulmuştu, tükenmiş hissediyordu.. İlk önceleri ufak ve dikkate değersiz bulduğu duyguları bir çığa dönüşmüş altında soluksuz kalmıştı.. Her günü nefret ve öfkenin sularına kapılmakla geçiyor bu yüzden uyanmak bile yoruyordu onu... Sele kapılan biri nasıl ki çaresizlik içinde incecik bir dala tutunuyorsa; zihni de aynı şekilde çırpınıyor, suçlayarak bir nebze olsun kurtulma çabasına giriyordu.. Sürekli şikayet etmelerinden etrafındaki insanlarla beraber kendisini de bunalttığı, yaşama isteğinin en az seviyelerde olduğu, evden hatta yatağından bile çıkmanın zul geldiği o anlarda zihni hep bu halde olmasının suçlularını gözünün önüne sermiş ama derinlerde bir yerlerinde intikam alma, tepki koyma ya da haykırma cesareti olmayışı sunulan seçenekleri hep aklamaya itmişti onu... Böyle bir yaşamı hak etmediği, yaşıtları gibi olma isteğiyle bu hayata devam etmek istememe çelişkisi, niye bu hale geldim düşüncelerinden Bunalıyordu, engel olamadığı mahkeme kuruluyordu yine zihninde... Bu sefer içinde cılız bir ses bu yargılamanın bugün bitmesi gerektiğini, asıl suçlunun yargılanıp bir şekilde öfkesini belli etmesi gerektiğini böylelikle içindeki duygulardan kurtulacağını söylüyordu.
Sahi kimdi suçlu? Kendisini manevini yönden yalnız bırakan ailesi mi? Yaşamak zorunda olduğu bozuk düzen mi? Çaresizliğe gömülüp giden kendisi miydi suçlu?
İlk seçenekle başladı yargıya.. Ailesi ilk kez onunla tatmıştı anne babalığı, bu alandaki tecrübesizliklerini en çok kendisi hissetmiş, o zorlu süreci en çok o yaşamıştı.. Babasının çocuklarına aşırı düşkünlüğünden fazla korumacı yaklaşmasıyla annesinin kendi egosunu onun üzerinde tatmin etme isteği arasında bocalayıp durmuştu hep.. Anne babasındaki çocuğumuz zarar görmemeli ve mükemmel olmalı düşünceleri babasının sürekli kısıtlamaları, çevrenin kötü olduğu ve yalnızca ailenin bir çocuk için güvenilir olduğu düşünceleri ile annesinin ne yapması nasıl davranması gerektiğine dair yönlendirmeleri, giyim kuşamından saçının modeline kadar en küçük zevklerine dahi müdahale etmesi olarak yansıyordu.. Küçük yaştan itibaren minnet duygusu ve isteklerinin hiçbir önem arz etmemesi, heveslerinin kendisini hataya sürüklemekten başka bir işe yaramayacağı bir çivi gibi çakılmıştı zihnine, ailesi sonuçta her ihtiyacını karşılıyordu ve karşılığından emre itaat bekliyorlardı, sonuçta çok toydu ve yanlış kararlar verebilirdi isteklerin bastırılması gerektiğine inanmıştı ya da inandırılmıştı.. Onlar ne diyorsa harfiyen uyguluyor, onların aksine bir şey düşünmüyor ve itiraz etmiyordu.. Sonuçta doğru olan buydu.. Çevresindeki her anne babanın da böyle olduğunu ve bunun gayet normal bir durum olduğunu zannediyordu, Liseye başladığı dönemlerde arkadaşlarıyla aileleri hakkında konuşurken durumun hiçte zannettiği gibi olmadığını fark etmiş, sandığının aksine insanların tercih hakları olduğunu ve aileye itiraz edilebileceğini öğrenmişti.. bu durum kendisinde öfke uyandırmış ve bu öfkenin tesirinde ilk kez itiraz etme cüreti göstermiş karşılığını da uç noktalarda şiddet görerek almış, okuldaki arkadaşlarının dolduruşuna gelme gerekçesi öne sürülmüş ve arkadaşlıklarını kesme yönünde sert uyarı almıştı.. gördüğü muamele bir balyoz gibi cesaretini yıkıp geçmişti.. Bir kral nasıl ki tahtını kaybetme korkusu yaşarsa ailesi kızlarının üzerindeki hakimiyetlerini kaybetme korkusu yaşamış ve bu egemenliği baskılarına baskı ekleyerek sürdürmeye çalışmışlardı... Zaten çok nadir yaptığı aktiviteler sonlandırılmış, sınavlar yaklaştığından evden dışarıya okul harici çıkmasına izin verilmemiş, minnet borcunu ödemesi gerektiği defalarca hatırlatılmıştı.. O zaman anlamıştı cesaretin çokta iyi bir şey olmadığını, zaman geçtikçe yalnızlığa ve baskıya daha da alışmış, hayatının her alanına yansımıştı.. üniversite zamanı geldiğinde annesi sırf prestijli olduğu için farklı bir şehre gitmesi gerektiğini söylemiş babası endişelerini dile getirmiş ama annesinin hırsı babasının korkularına galip gelmişti ve hiç istemediği bir şehirde hiç istemediği bir bölümü okumak durumunda kalmıştı.. Farklı bir şehre gelmesi özgürleşmesine izin veriyorsa da o anne babasının kuklası olmaya o denli alışmıştı ki büyük bir sadakatle onların kendisine öğrettiklerini harfiyen yerine getiriyordu çünkü başka şekilde yaşamayı bilmiyordu... Yaşıtlarının hayat tarzlarını büyük bir hayretle izliyor içindeki onlar gibi olma isteğini ailelerini hiçe sayma, emeklerini boşa çıkarma yargılarıyla bastırıyor en doğru yolun yani yalnızlığın gereksiz yere evden çıkmamanın eğlenmeyi boşa zaman geçirme olarak görmenin, hakkını savunmanın ise saygısızlık ve şımarıklık, aşık olmayı karşı cinsle en az miktarda yakınlaşmayı ahlaksızlık olarak görmenin en iyi yol olduğuna inandırıyordu kendisini.. Etrafındakilerin hayatlarından keyif aldığını görmek kendisinde amansız bir nefrete ve öfkeye sebep oluyordu.. Belki de normal olan onlardı.. Belki de gençlik dediği şey buydu ve kendi ailesi yanlıştı düşünceleriyle ruhuna işlenmiş mutsuzluk, ürkeklik ve derin minnet duygusu arasında gidip geliyor ve en ufak onlar gibi olma girişiminde bulunma arzusunda aklına ilk cesaretinin bedeli geliyor ve hemen vazgeçiyordu... Yıllar böylece kararsızlık çukurunda debelenerek geçiyordu.. Son sınıfta olmasına rağmen yapacağı işle ilgili temel şeyleri bilememesi ve staj gördüğü yerde bu bilgisizliğinin ön plana çıkması etrafındakilerin kendisiyle dalga geçmesine sebep oluyor ancak hayatında bir kere bile kendisini savunamamış olması başkalarına karşı da savunma yapamamasına sebep oluyor bu bilgisizliğin temel sebebi okumak zorunda bırakıldığı şeye isteksizlik olsa da o bu durumu beceriksizlik ve aptallık olarak yorumluyor ve geriye işini düzgün yapamamanın kendisine bıraktığı özgüvensizlik ve eziklik duygusuyla ağlama krizleri kalıyordu.. Zaten nefret ettiği akranlarının işinde onlardan başarılı olması ve alaylarına tepki verememesi öfkesine öfke nefretine nefret katıyordu.. Defalarca hatırlanmış defalarca suçlanmış ailesini yine yeniden suçluyor ancak ailesine duyduğu korku her defasında bu suçlamaların önüne geçiyordu yine geçecekti.. Dışarının ve insanların tehlikeli oluşu o kadar aşılanmıştı ki ailesini her zaman sığınak olarak görmüştü.. Yönlendirilmeye o kadar alışmıştı ki tek başına karar alamazdı.. Kısaca onlarsız hayatta kalamazdı.. Ailesine duyduğu nefret hayata karşı duyduğu korkuyla çatışıyor ve istemsizce ailesini aklıyordu.. Zihninde birkaç kırıntı olarak yer etmiş anne babasının iyi! yönlerini bulup çıkarmaya uğraşıyordu.. Her seferinde yapıyordu bunu yine yapacaktı.. Daha önce kendisini kandırmaya uğraştı sebepler yeterli gelmemişti belli ki yeni sebepler bulmaya gayret gösteriyor sonuçlandırmaya kesin kararlı olduğu mahkeme ola ki tekrar ederse bir daha onları yargılamak istemiyordu.. Bir zehir gibi zihnine ve ruhuna işlenmiş borçlu olma duygusuyla ailesine karşı hıncı karşı karşıya gelsin istemiyordu çünkü bu hınç her defasında kazanıyor ancak çaresiz hissedişi minneti kazandırmaya mecbur ediyor ve o bu iki duygu arasında hırpalanıyordu.. Yine ve son kez olmasını umut ettiği bir şekilde ailesine arka çıkıyordu.. İyi ya da kötü üzerinde emekleri vardı yöntemleri yanlış olsa da niyetleri iyiydi... Onların yönlendirmeleri olmasa belki kötü şeyler gelecekti başına... Hem seviyorlardı onu nihayetinde çocuklarıydı, hep onun iyi olması için yapmışlardı bunları, onlarda ailelerinden böyle görmüşlerdi, ayrıca daha kötü aileler vardı onca insanın içinde tek sorunlu aile kendisinin olamazdı, ama onlar onun gibi değildi... çocukluğuna ve gençliğine ait çok az olan keyifli anları topluyordu zihninde, bir daha bu amansız aile yargılamasına zihninde yer vermemek için son gayretiyle umutsuzca merhametini arttırmaya, kendini ikna etmeye çalışıyordu , Mecburiyetine ve cesaretsizliğine sığınarak istemsizde olsa aklıyordu onları.. evet evet bu kez kesinlikle eminde bu halde olmasının ailesiyle bir ilgisi yoktu... Defalarca önüne sunulan suçlu listesinden ailesini kesinlikle siliyordu bu kez, bir daha olmayacaktı..
Belli ki bu ülkede yaşamak yoruyordu onu; zor bir coğrafyada gelmişti bu dünyaya, siyasi olarak karmaşık olmasının üstüne bir de ekonominin kötü olması da olumsuz etkiliyordu onu. Ülkesinde elle tutulur hiçbir yan göremiyordu. Her konu da berbat durumdaydı. Adaletten yoksun, kaliteli tek bir alanı bulunmayan bu ülkede doğmuş olmak talihsizlikti. Tek sorun yönetim değildi elbette insanları problemliydi. Ona göre herkes kaba saba, cahil, tahammül edilemez varlıklardı.. Nefret ediyordu bu ülkeden ve insanlarından kendisini hiçbir yerine hiçbir güruhuna ait hissetmiyordu. Koca insan yığınları içinde herkese tepki olarak doğmuş gibiydi. Herkes aynıydı, insanlarla yaşadığı olumsuz durumların yanında bir de herkesin halinden memnun tavırları perçinliyordu bu nefretini, iyi insanların varlığına inanmıyor, en ufak bir durumda yaşadığı ülkeyi başka ülkelerle kıyaslıyor, ufacık olumlu bir şey görse hemen içinden itiraz ediyor, güzel bir davranış gördüğünde ise altında art niyet arıyordu. Sonuçta hiçbir şekilde yaşadığı yerde güzel bir şey söz konusu olamazdı. Buraya ait her şeyden ve herkesten tiksiniyor içten içe aşağılıyordu. Başka ülkelerde yaşayan herkese büyük hayranlık ve saygı duyuyordu.. Kaçıp gitmek istiyordu buradan.. Yurt dışında yaşama isteği vardı ama ailesinin kendisi için planları arasında bu yoktu.. Ailesine katlanma mecburiyetinin yanında bir de bu ülkede yaşama mecburiyeti delirtiyordu onu... Hem ailesi izin verse bile nasıl gidecekti ki tek başına ne yapacaktı orada, dil öğrenmesi gerekecekti. Yıllarca eğitim aldığı konuda bile beceriksizdi kaldı ki işini yurt dışında yapmak onun kapasitesini aşan bir durumdu en fazla oradan birisiyle evlenip gidebilirdi onu da kim ne yapsındı.. Kendisini aptal, beceriksiz ve çirkin gören bir kız için bunlar fazla lükstü.. Ailesinin yurtdışı fikrinin asla kabul etmeyecek olması kabul etseler bile tek başına hayatını idame ettirebilecek gücü kendinde bulamaması çaresizliğini kamçılıyor umutsuzluk ateşini harlıyor, iliklerine kadar yandığını hissediyordu.. Bu yangından da yine mecburiyetine, mecburiyeti de başka suçlu bulmaya itecekti onu... Öfkesini perçinleyebilirdi ama kesinlikle tek suçlu bu ülke değildi... Sonuçta bu ülkede tek başına yaşayan o değildi.. Diğer insanlar onun gibi değildi öyle olsa onlarda onun gibi olurdu.. Ayrıca hıncını kimden çıkaracaktı.. Lanetler yağdırmaktan başka bir şey gelmezdi ki elinden.. Hem düzelebilirdi her şey sonsuza kadar böyle kalacak değildi ya..
Kendine çevirdi yargı oklarını; her şeyin sorumlusu kendisi miydi? Bu kadar korkak olmasaydı, elindekileri sevmeye çalışsaydı böyle olmazdı, mutlu olmayı denememişti ailesinin sınırlarından hiç çıkmamıştı.. Kukla olmaktan vazgeçmemişti.. Ne kadar zavallıydı.. Bir kere bile mücadele etme gereği duymamıştı.. Korkaklığına mecburiyetine sığınmıştı hep.. Hep olumsuzu görmüş, herkese her şeye karşı duvar örmüştü.. Acıyordu kendisine.. Problem tamamen kendisiydi.. Bir çıkış yolu bulmaya uğraşmamıştı.. Beceriksizliği, aptallığı kendi yüzündendi.. Zihninin ve ruhunun berrak olduğu dönemlerde çıkış yollarını görmüş ama o yollarının hepsini kendisi kapatmıştı.. Canını yakıyordu bu yargı.. İnsanoğlu kendi yargıcı olmayı sevmezdi o da sevmiyordu.. O da istemezdi böyle olmayı ama böyle yaratılmıştı.. evet böyle yaratılmıştı.. Beyninde şimşekler çakıyordu zihni bu sefer farklı bir seçenek sunuyordu ona.. Tanrı.. Büyük bir iştahla kendi yargısından kendisini sıyırıp yeni bir suçluyu getiriyordu karşısına... Tanrının soyutluğundan da cesaret alarak muvazenesini kaybetmiş olan zihni yeni bir seçenek sunmanın heyecanıyla acımasızca başlıyordu yargıya.. Onu bu ülkede bu ailede o yaratmıştı gücü her şeye yetiyordu onun için hiçbir şey yapma gereği duymuyordu.. O kadar dua etmiş ama karşılığını alamamıştı.. Herkese bolca dağıttığı güzellikleri ondan esirgemişti.. O yaratmamış mıydı onu ne diye bu kadar nefret etmişti ondan? Bu kadar aptal ve güzellikten yoksun yaratan o değil miydi? Onu bu hale o getirmişti, isteseydi daha farklı bir yerde daha farklı bir ailede yaratırdı onu en azından iyi bir özellik verip tutunacak bir dal bırakırdı ona yapmamıştı, Tanrı bazı kullarını eğlenmek için yaratıyordu demek ki onunla da eğleniyordu.. Nasıl bu kadar acımasız olabiliyordu? O kadar yakarışa aldırış etmemişti, ona bir çıkış yolu göstermemişti her şey her şey onun elindeydi isteydi kurtarırdı onu bu duygulardan ama yapmamıştı.. Nefreti kabarıyordu.. Madem sevilmiyordu madem onunla eğleniyordu o da Tanrı'dan alacaktı intikamını zaten ona bir mecburiyeti de yoktu diğer sanıklardan esirgediği cesaretini tanrıya gösterecekti.. Daha fazla acı çekerek mutlu etmeyecekti onu.. Asıl suçluyu bulmanın verdiği garip hazla öfke ve nefret bulutuna kurtulacak olmanın coşkusu ekleniyordu... Artık hiçbir şeyin önemi yoktu.. Bir daha kukla olmayacak, çaresizlik çukurunda debelenmeyecekti, kurtulacaktı kokuşmuş duygularından... Gözyaşlarını silerek açtı pencereyi.. Tatlı bir Rüzgar okşadı yüzünü...
Ertesi sabah betonlara yığılmış bir genç kız cesedinin etrafına toplanmıştı kalabalık.. Ona biçilmiş yaşamı reddederek almıştı intikamını. Bir iradesi ve tercih hakkı olduğunu unutmuş, kapalı kapıların olduğu oda da açık bir pencerenin var olup olmadığına bakmamıştı, yorgun ve muvazenesini kaybetmiş zihni onu buna sürüklemişti.. Kurtuluşu ölümün soğuk kollarında görmüş ve teslim etmişti kendisini... Buruk bir gülümse yerleşmişti kanlı dudaklarına.. Yaşamında kendisi kendisine acımış ölümünde de insanlar acıyordu ona... Kimileri Ah zavallı kim bilir ne derdi vardı derken kimileri şüpheli yaklaşıyor ölümünün arkasında bir suçlu olabileceğini düşünüyordu... Sahi kimdi suçlu?..
Yorumlar
Yorum Gönder